Sera gazlarının sebep olduğu iklim
değişikliğinden kaynaklanan küresel ısınma bugün dünyanın önünde bulunan en
önemli sorunlardan biridir. İklim değişikliğinin uzun süreler alan bir problem
olması çözümünü de güçleştirmektedir.
Türkiye Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği
Çerçeve Sözleşmesinde (BMİDÇS) ve Kyoto sözleşmesinde taraf olmuştur fakat bir
azaltım yükümlülüğü altına girmemiştir. Türkiye’de sera gazı emisyonları, 1990 yılında 170,06 milyon ton CO2
eşdeğeri iken, 2008 yılında 366,5 milyon
ton CO2 eşdeğerine yükseldiği tahmin edilmektedir. Bu emisyonların
yaklaşık %29’u enerji üretiminden %33’ü enerji kullanımından, %13 ulaşımdan
kaynaklanmaktadır. Endüstriyel proseslerden kaynaklanan oran ise (enerji
kullanımı hariç) %8 civarındadır[1].
Türkiye kişi başına düşen karbon tüketimi bakımından 2008 yılında dünyada 97.
sırada bulunmakta[2]
fakat baz yılı olarak alınan 1990 seviyelerine göre %96’lık bir artış
göstermiştir[3].
Türkiye emisyonlarını belli değerde tutarken, sanayileşmesini de sürdürmek
zorundadır.
İklim
Değişikliği ile mücadele çerçevesinde AB bünyesinde Karbon Borsası (EU ETS)
2005 yılında faaliyete geçirilmiştir. En çok enerji tüketen ve karbon yoğunluğu
yüksek olan enerji üretimi tesisleri, demir-çelik, mineral endüstrisi (çimento,
kireç, cam, seramik, alçıtaşı) selüloz ve kağıt üretim sektörleri bu borsaya
ilave edilmiştir. Belirlenen oranların üstünde karbon salınımı yapanlar
borsadan bunun karşılığı karbon satın almakta, salınımını azaltanlar ise
azalttıkları miktarları satarak gelir elde edebilmektedirler. Havayolu
taşımacılığının da bu borsaya ilave edilerek 2012 yılından itibaren Avrupa hava
sahasına giren ve çıkan tüm uçuşlar bu pazara tabi olacaklardır. Bu Avrupa
Karbon Borsa’sının Avrupa dışındaki firmalara uygulanması açısından önemli bir
gelişmedir. Karbon vergisinin hizmet ve ürünlerde uygulanmasına önayak olacağı
düşünülmektedir.
Sera gazları karbon dioksit (CO2),
metan (CH4), azot oksit (NO2), hidroflorokarbonlar (HFC),
perflorokarbonlar (PFC) ve kükürt hekzaflorürden (SF6) oluşur. Bütün
bu sera gazları bir sera gazının ışıma kuvvetinin karbon dioksit ile
karşılaştırılmasında kullanılan birim olan Karbon dioksit eş değeri (CO2e)
cinsinden birimlendirilir. Karbon ayakizi hesabı da bu birim üzerinden
yayınlanır. Karbon ayak izi hem firma seviyesinde (Kurumsal) hem de ürün ve
hizmet seviyesinde hesaplanmaktadır.
Kurumal karbon ayakizi sera gazı
salınımlarının kurum düzeyinde belirlenip hesaplanmasını içerir. Karbon ayak
izi birim karbondioksit cinsinden ölçülen, kurum veya bireylerin ulaşım,
ısınma, elektrik tüketimi vb. faaliyetlerinden kaynaklanan toplam sera gazı
salınım miktarıdır.
Kuruluşları iklim değişikliği ve karbon
yönetimine yönelten etkenlerin başında enerji maliyetleri, karbonun artan
maliyeti, marka değeri ve enerji tedariki riskleri gelmektedir. Tüketicilerin
çevre duyarlılığı arttıkça birçok müşteriler iklim değişikliği konusunda
duyarlı şirketleri tercih etmeye başlamaktadırlar. Bu alanda öncülüğü yine
rekabette ve değer zincirlerinde karbon yönetimini öne çıkartan firmalar
yapmaktadır. Türkiye’nin de yakından tanıdığı Karbon Saydamlık Projesi (Carbon
Disclosure Project), Seragazları Protokolü (Greenhouse Gas Protocol) ve ISO
14064 serisi standartları kurumsal bazda karbon envanterinin çıkartılması ve
hesaplanması üzerine geliştirilmiş düzenlemelerin en bilinenleridir.
Ürün karbon ayak izi, bir ürünün yaşam
döngüsü boyunca oluşan tüm sera gazlarını hesaplanmasıdır. Hammaddelerin çıkartılması, üretimi ve
taşınması, ürünün üretimi, dağıtımı, kullanımı ve berterafına kadar tüm
aşamaları içermektedir. Ürün karbon ayak izinin hesaplanması maliyet düşürme,
salınım azaltımı, iyileştirilmiş marka imajı, müşterilerin ilgisi, liderlik ve
gelebilecek karbon vergisine hazırlık gibi pek çok fırsatları beraberinde
getirir. Ürün ve servis bazında ISO 14040-44 Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi
(LCA), BSI PAS 2050 (İngiltere), BP X30-323 (Fransa), Korea PCF (Kore), Carbon
Footprint Program (Japonya), Sustainability Consortium (Wal-Mart, Amerika) ve
şu aşamada geliştirilmekte olan ve bu yıl yayınlanacak ISO 14067 standartları
en bilinenleridir.
İklim değişikliği ile mücadele çabaları
çerçevesinde ve özellikle sektörün en büyük ihracat pazarı olan Avrupa nezdinde
düzenlenen birçok direktif ve yasalar, karbon ve enerji yoğunluğunun
hesaplanması, yönetimi ve azaltılmasını öngörmektedir. Avrupa Birliğinin de
dahil olduğu, endüstrileşmiş ülkeler, ürünlerin çevresel etkilerini azaltmak
amacıyla, ürüne yönelik çevresel politikalar geliştirmeye başlamışlardır.
Eko-etiketleme, ürünün çevresel etkilerinin deklarasyonu (EPD) bu politikalar
çerçevesinde geliştirilen çözümlerdendir. Son yıllarda tüketici eğilimlerini
etkileyen çevresel faktörler dikkat çekmekte, bilinçli tüketici doğaya zararlı
olmayan ürünleri ya da “çevreye saygıyı” vurgulayan ülkelerin ürettiği ürünleri
veya markaları tercih etmektedir. Türkiye sanayinde yapılacak çalışmalarla,
ürün ve proseslerin çevresel yüklerinin düşürülmesi, hem Türk markalarının
marka değerini artıracak, hem de tedarikçi olarak tercih edilmesine yol
açacaktır.
Dr. Hüdai Kara
Kurucu Ortak, Metsims Sustainability Consulting