İklim
değişikliğine uluslararası düzeyde çözüm bulma toplantılarından 17. Conference
of Parties (COP 17) 28 Kasım-9 Aralık tarihlerinde Güney Afrika’nın Durban
şehrinde tamamlandı. Avro krizinin dünya gündeminde olması nedeniyle Durban’daki
gelişmeler gündeme istenilen seviyede yansımadı. Fakat görüşmeler sonunda Kyoto
Protokolünün 1997’de oluşturulmasından sonra en önemli kararların alındığı bir
toplantı olmuştur. Her ne kadar Durban’da alınan kararlar, dünyanın 2 derece
ısınmasının önüne 2020 yılına kadar geçemeyecek olsa da tüm dünya ülkelerinin
karbon azaltma yönünde taahhüt altına girmesinden dolayı önemlidir.
Şu
an iklim değişikliği ile mücadelede tek mekanizma olan ve sadece gelişmiş
ülkelerin karbon azaltım taahhüdünde bulundukları 2012 sonunda bitecek olan
Kyoto Protokolü'nün, Durban’daki 2011’in bu son toplantısında "Kyoto
Protokolü II" şeklinde 2017 ya da 2020 yılına kadar uzatılması karara
bağlandı. Bilindiği gibi bu mekanizmada, gelişmiş ülkeler karbon salınımlarını
gelişmekte olan ülkelerdeki düşük karbon teknolojilerinin uygulanması sonucu
elde edilen karbon kredileri ile azaltıyorlardı. Karbon borsasındaki değere
bağlı olarak ton başına bir meblağ ödenerek gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan
ülkelere maddi kaynak sağlanarak düşük karbon teknolojilerinin finansmanına
yardımcı olunuyordu. Kyoto Protokolünün uzatılmasına karşılık özellikle Çin,
Hindistan ve Brezilya gibi gelişmekte olan ve karbon salınımları her geçen gün
artan ülkelerin de taahhüt altına girmesi sağlanmış oldu. Bu artık Türkiye’nin
de yükümlülük altına girmesi anlamına gelmektedir.
Anlaşmaya
göre 2015 yılına kadar dünyanın tüm ülkelerini içine alacak olan bir azaltım
yolu haritası çizilecek ve 2020 yılında da yürürlüğe konulacak. Açıkcası sürenin
bu kadar geciktirilmiş olması gelişmekte olan ülkelere bir adaptasyon süresi
bırakmaktı. Bu, her ne kadar istenen bir durum olsa da küresel ısınmanın 2 °C’nin altında tutulması için yapılması
gereken karbon salınımı azaltım çalışmalarının 2020’den sonra daha da hızlı bir
şekilde yapılması anlamına geliyor. Örneğin, azaltım çalışmaları 2012 yılından
itibaren başlasaydı yaklaşık %5 oranında senelik bir azaltma sağlanması
gerekecekti. Fakat 2020 sonrasına ötelenen
bu çalışmalardan dolayı daha yüksek hızla karbon salınımı azaltımı yapılmasına
ihtiyaç duyulacaktır.
Tüm
ülkelerden iki senede bir karbon azaltımı konusunda yaptıkları çalışmaları
raporlamaları isteniyor ve ilk raporlama 2014 sonunda olacak. Türkiye diğer
ülkeler ile birlikte önümüzdeki dört yıl içinde karbon salınımlarını hangi
oranlarda ve ne hızla azaltabilecekleri yönünde müzakerelerini yapacak ve 2020
yılına kadar alacakları taahhütleri belirleyecek. Bunun anlamı ilk defa tüm
dünyanın karbon azaltımı yoluna giderek düşük karbon ekonomisine geçişin bir
nevi temeli atılmış oldu. Kısacası bu hedefe yönelik ürün ve hizmet sağlayan
firmalar gelişirken, düşük karbon teknolojilerine doğru yatırımların akmasını
tetiklemesi ve karbon dengeleme piyasalarında da bir hareketlilik yaşanması
anlamına gelmektedir. Artık hayatımızda karbonun bir finansal değeri olacak.
Bütün
bunların Türkiye ve sanayicimiz açısından önemi nedir diye sormamız gerekiyor. Durban’da
alınan kararlar aslında sadece sanayimizi değil her birimizin hayatını
etkileyecek durumdadır. Ülkemiz açısından bakıldığında Türkiye’nin hızlı bir
şekilde karbon envanterini çıkarması gerekmektedir. Özellikle elektrik üretimi,
çimento, demir çelik, seramik, kireç, kağıt ve cam üretimi gibi CO2
yoğun tesislerden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının tesis seviyesinde
izlenmesi önem kazanmaktadır. Sanayicilerimizin özellikle enerji verimliliği
üzerine çalışmalara başlamaları, hem
karlılıklarına pozitif etki yaratması hem de özellikle dış ticaret açığında en
önemli girdi olan enerjinin azaltılması açısından önem arz etmektedir. Sanayi
firmalarımızın ürettiği ürün ve hizmetlerden kaynaklanan karbon hesaplamalarını
yaparak azaltım stratejileri geliştirmeli, karbon yönetimine gitmelidirler. Çünkü
ölçemediğiniz bir şeyi yönetemezsiniz. Bunun yanında bilinçlenen tüketici
davranışları ile oluşan Yeşil Pazar’da her bir ürünün doğaya ve iklim
değişikliğine olan etkilerini hesaplamalarına da ihtiyaç duyulmaktadır. Bir
sonraki yazımda bu alanda yapılabilecek ürün karbon ayak izi, Çevresel Ürün
Beyanları (Environmental Product Declarations, EPD) ve AB Eko-etiketi (EU
Ecolabel) gibi fırsatlardan bahsedeceğim.
Dr Hüdai Kara
Kurucu Ortak, Metsims Sustainability
Consulting
No comments:
Post a Comment