Türkiye
Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tarafından hazırlanan, “Türkiye İnşaat
Malzemeleri Sektör Görünümü 2011” raporunda[1],
Türkiye’nin, bölgenin inşaat malzemeleri üretim üssü konumunda olduğu, ancak
uzun vadede bölge lideri olmak için teknoloji üssü olmaya doğru yönelmesi
gerektiği belirtilmiş. Aynı raporda, Türkiye’nin enerjide dışa bağımlı olması
ve enerji fiyatları açısından dünyadaki en pahalı enerjiyi kullanan ülkeler
arasında yer almasının inşaat sektörünü olumsuz etkileyeceği ifade edilmiş.
Sektörün, bu raporda belirtilen olgulardan hareketle, gelecekte toplum olarak
yaşam standartlarımızı korumak, ülke olarak büyüme ve kalkınmamızı
sürdürülebilir kılmak, küresel arenada rekabet edebilmek için artık daha
fazlasını, daha az kaynak kullanarak yapma zorunluluğunun farkında olması
gerekmektedir. Bu durum yakın zamanda yayınlanan Türkiye Sanayi Stratejisi
Belgesi[2]
(2011-2014)’nde de ana tema olarak işlenmektedir. Sektörün, enerji ve kaynak
verimliği sağlayarak maliyetlerini düşürürken katma değeri daha yüksek bir ürünlere
yönelmesine ihtiyaç duyulmaktadır.
İnşaat
sektörü, ülkemizde 2010 yılında yüzde 17 ile en yüksek, 2011 yılında ise yüzde
10.6 ile Mali Aracı Kuruluşlarından sonra en hızlı büyüyen sektör olmuştur[3]. Benzer şekilde dünyada inşaat sektörünün en
hızlı büyüme beklentisi yüzde 8.5 ile ülkemizde beklenmektedir[4]. Küresel ekonomik kriz ortamında, büyüme hızı
bu kadar kuvvetli olan inşaat sektörünün ekonomik kalkınmamıza etkisi
ortadadır. 9.
Kalkınma Planı’nda (2007-2013), yer alan “Sanayide çevre dostu tekniklerin
uygulanmasıyla hammadde kullanımındaki etkinlik artırılarak daha verimli üretim
gerçekleştirileceği”[5]
hedefinden hareketle yapı sektörü üreticilerinin maliyetlerini düşürürken
çevreye duyarlı ürünleri piyasaya sürmeleri gerekmektedir.
Teknolojik
inovasyon, performanstan taviz vermeden ürünlerin ve işlemlerin çevresel
etkisini azaltmaya yardımcı olabilir. Türkiye’nin en büyük ithal kalemi olan
enerjinin verimli kullanılması konusundaki kanun[6],
Avrupa Komisyonu’nun 2020 yılı sınırlı hammadde kaynaklarının etkin kullanımı
girişimi[7]
ve geliştirilen en az hammadde girdisi ile en yüksek katma değeri sağlama
göstergeleri[8]
ile uyumlu ürünlerin üretilmesi gerekmektedir. Sektörün amacının kaynak
kullanımı ve ekonomik üretiminin birbirinden ayrıştığı bir ürünleri yaratmak
olmalıdır.
Avrupa’da
geliştirilen sürdürülebilir bina standartları[9]
çerçevesinde özelikle son zamanlarda Türkiye’de de uygulanan BREAAM ve LEED
sertifikasyon değerlendirmelerinde çevreye duyarlılığı doğrulanmış ürünlerin
kullanılarak katkı sağlıyor olması yapı ürünleri üreticileri için bir fırsat
olarak çıkmaktadır. Ürünlerin enerji ve kaynak verimliliği, doğaya ve son
zamanlarda gündemde olan iklim değişikliğine olan duyarlılığının göstergesi
karbon ayak izi hesaplanmalıdır. BREEAM ve LEED Yeşil bina değerlendirmelerinde
ilave puanlar alınabilmesi için yapı ürünlerinin Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi (Life Cycle Assessment;
LCA) yöntemi ile kantitatif olarak değerlendirerek Ürün Çevre Beyanlarını
(Environmental Product Declarations, EPD) belgelendirmelerini yapmaları
gerekmektedir. Beşikten mezara (cradle
to grave) ya da beşikten beşiğe (cradle to cradle) olarak tanımlanabilecek bu
değerlendirme, ürünün bütün aşamalarındaki hammadde, enerji ve su girdileri ile
atık ve emisyonlar toplanarak çevresel etkilerin bir bütün olarak hesaplandığı
bir yöntemdir. Özellikle Avrupa Birliği uyum sürecinde uygulanması beklenen Entegre
Ürün Politikaları, Atık Önleme ve Geri Kazanım Stratejileri ve Sürdürülebilir
Doğal Kaynak Kullanımı Kararlarının uygulanmalarının temel taşıdır.
Uluslararası geçerliliği olan ve uluslararası standartlara uyularak elde edilen
EPD belgeleri oluşmuş olan Yeşil Ürünler pazarında firmalarımıza kaçırılmaması
gereken fırsatlar sunmaktadır.
![]() |
Önde gelen Yeşil bina değerlendirme sistemleri |
Dr. Hüdai Kara
Kurucu Ortak, Metsims Sustainability Consulting
No comments:
Post a Comment